Milli Takım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milli Takım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2012 Çarşamba

Türkiye - Romanya maçından notlar...


-          Kadıköy’deki kazanma oranımıza nazar değdirdik, 12.maçta alınan 2.yenilgi oldu.

-          Maçın başında yapılan 5’e 2’de futbolcularımızın son derece lakayt olduğunu gözlemledim, sanki arkadaşlar arasında oynanacak bir gösteri maçına hazırlanıyorlardı! Volkan’daki tavırlardan da hoşlanmamıştım, ununu elemiş eleğini asmış bir görüntüsü vardı…
 

-          Alex’in kovulması zaman zaman tribünlere yansıdı. Bazı grupların maçı bırakıp i love you Alex tezahüratı yapması nahoştu!

-          Volkan / Gökhan – Ömer – Semih – Hasan Ali / Hamit – Belözoğlu – Topal – Sercan – Arda / Umut 11’yle başladık, Semih ve Sercan’ı tahmin edemedim…

-          Sahanın zemini oldukça kötüydü, belki de suni çim düşünmenin zamanı geldi de geçiyor…

-          Sayıları 100 civarında olan Romanyalı futbolseverler “daar ruminya” tezahüratı ile etkileyici performans ortaya koydular. Bir ara Yunan bayrağı açmaları ile “klasik Türk deplasmanı ritüeli” gerçekleşmiş oldu,
 

-          Bizim seyircimiz ise kendini eğlendiriyordu. Kale arkası tribünleri karşılıklı olarak önce atkı, bayrak sallayarak, sonra sahaya sırtını dönerek zıplama derken son olarak cep telefonlarının flaşlarını birbirlerine tutup tezahürat yapıyorlardı, bir ara stadın ışıklarının tamamen kapatmaları ve futbolcuların da bu muhteşem tezahürata eşlik etmeleri gerektiğini düşündüm!?!?

-          Maça gelenlerin profili bana çok uzaktı. Oldukça iyi bir noktadan biletim vardı, maraton üstün en önündeydim. Fakat ergen kızlarımız bir türlü yerlerine oturmak istemediler, bir çoğuyla tartıştım, maçın başında kendi önümü boşalttırdım ama milim milim yayılarak tekrar önüme geçmeyi başardılar! Ayrıca ne büyük tesadüf ki sağ ve sol yanıma 2 aile denk düşmüştü ve her ikisinin de 3-4 ve 7-8 yaşlarında 2 çocuğu vardı. Ve babaları sürekli peşlerinde koşup görüş açısı bırakmadılar. Zaten 80.dakikada küçük çocuk bacaklarıma tırmanıp maymun gibi sallanmaya başlayınca izlemekten vazgeçip dışarı çıktım, dünya varmış!

-          Maç mı dediniz, bir zahmet siz yorumlayın…

9 Ekim 2012 Salı

Romanya maçı öncesi...


Victor Piturca! Efsane Steau Bükreş’te oynamıştı, hatta yolumuz 89 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde kesişmiş, Romanya’da (Tanju’nun sayılmayan golü var) 4-0 yenilmiş, cezamız sebebiyle İzmir’deki maçta da 1-1 berabere kalarak elenmiştik. Finalde ise Milan’a 4-0 yenilmişlerdi. 3 sene önce de Duckadam’ın 4 penaltı kurtararak yıldızlaştığı finalde Barça’yı yenip şampiyon olmuşlardı. Şimdi ise Romanya’nın Teknik Direktörlüğü’nü yapıyor, tekrar görmek güzel olacak J
Romanya’yla daha evvel 23 kez karşılaşmışız, 12 kez yenilip, 7 kez berabere kalmış, 4 kez yenebilmişiz! Romanya’ya karşı son maçımızı kendi evimizde hazırlık karşılaşması olarak 11.08.2010 tarihinde oynamıştık. Şu an Atletico Madrid forması giyen oyuncularımızla (Emre Belözoğlu (82 penaltı) ve Arda Turan (86)) 2-0 kazanmıştık. Guus Hiddink’li o maçtaki kadromuz şöyleydi: Volkan / Gökhan – Servet – Balta – Köybaşı / Hamit – Belözoğlu – Aurelio – Nuri – Arda / Mevlüt

Bugüne geldiğimizde kadro tahminim şöyledir: Volkan / Gökhan – Ömer - Egemen – Hasan Ali / Hamit – Belözoğlu – Topal – Arda / Umut – Burak
Romanya’nın kadrosunu ise şöyle tahmin ediyorum: Pantilimon / Chiricheş - Gaman – Goian - Rat / Lazar – Bourceanu / Grozav – Torje – Tanase / Marica

Oyunun orta sahada sıkışacağını, kanatlara kaçıp etkili orta yapanın avantaj yaratacağını düşünüyorum. Sonuç kötü olursa Emre Belözoğlu – Selçuk İnan tekrardan alevlenir, Trabzon cephesi kendilerinden oyuncu almayan Trabzon’lu Abdullah Avcı’yı yerden yere vurur, henüz ülkemizden yeni ayrılacak olan Alex’i Türk yapma fikri ortaya atılır, futbol yazarlarımız ise keşmekeş yorumlarla bizi aydınlatırlar. Ak göz – kara göz ise 3 gün sonraki Macaristan maçından sonra aşağı-yukarı belli olur.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Türkiye - Estonya maçından notlar...


-          Tribünlerdeki ~45.000 seyirci oldukça mutluluk verici sayıdaydı. Zaten Saraçoğlu en başarılı milli maç stadımız, 11.maçımızda 8.galibiyeti aldık, %73 ciddi bir oran!

-          Maçın sonundaki minik Burak protestosu dışında ilk defa kulüpçülük yapılmadığını gördüm, hele Kadıköy’de Galatasaray’lı bir oyuncu için defalarca lehte tezahürat yapılması şaşırtıcıydı, buna hemen bir komplo üretmeliyiz…

-          Ben olsam yine de bu kadar çok “Selçuk İnan” tezahüratı yapmazdım ve yapmadım da!

-          Kırmızı kart pozisyonuna uzaktaydık, tekrardan izlediğim kadarıyla karar doğru ve maç bu dakikada Estonya adına bitti…

-          Özellikle ilk yarıda olmak üzere maçın en iyisi bence Mehmet Topal’dı. Orta sahanın her yerindeydi, pres yaptı, ikili yardımlara gitti ve en iyi yaptığı işi yaparak bolca top kaptı. Yine uzaktan şutlarını denedi ama kötüydü, günün birinde öyle bir gol atacak ki muhtemelen şapka çıkaracağız! Belki de maçtaki tek hatası Semih sakatlanıp dışarı çıkınca tek kalan Ömer’e destek olamadı ve dengesiz yakalanan savunma topu kaptırarak kalemizde tehlike yaşandı.

-          Emre iyiydi, kulübünde oynamamasına rağmen 60 dakika “didindi”, ceza sahasına girerken yaptığı “slalomlar” sonuç getirseydi bugün birkaç gazete “Lionel Emre” başlığıyla çıkardı! Bir de topu aldığında ekseni etrafında dönmeyi bıraksa diyeceğim ama ben de sigarayı bırakamıyorum!

-          Emre’nin attığı golden sonra sevinmeyenlerden biri de Selçuk’tu. Isındığı için ayaktaydı ama gruba katılmadı. Emre’de Selçuk’un golüne fazla ilgi göstermedi, sizce buradan bir komplo çıkarabilir miyim?

-          Defans fena değildi, Tolga’nın yaptığı hata da yürekler ağzımıza geldi. Semih maçı beraber izlediğim Engin abimi haklı çıkarırcasına birkaç riskli iş yapsa da çabuk ısındı. Ömer bence çok iyi, bonservisi neyse verip Ujfa / Cris sorunlarını kökten çözebiliriz. Gökhan ve Hasan Ali ilk yarıda iyilerdi ama 2.yarı biraz yoruldular. İlk yarının son dakikasındaki pozisyondan sonra Gökhan’a birisi “sol dış” vuruş stili olduğunu da hatırlatmalı! Hasan Ali 2.yarı hücumda doğru pozisyon olmakta zorlandı.

-          Arda olgunluğa doğru gidiyor, takım genelde ortanın ortasında veya biraz önünde yönetilir ama Arda bu işi kanatlarda yaparak enteresan işlere imza atıyor, ben kendisinden bu sene sonunda transfer bekliyorum!

-          Sercan ilk yarı açıkta “üşüdü”, ne top geldi ne de almak için çaba gösterdi. 2.golün asistini yaptıktan sonra çıkması da enteresan oldu. Umut çalışkandı, Fransa’da unutulmaya yüz tutmuşken geri dönmesi ve rakipleri boş geçmemesi kendisini milli takımda da “demirbaş” yapar. Burak çok didiniyor, deniyor, çabalıyor ve bu özellikleri ile sonuna kadar forma bulacağa benziyor. Arada birkaç gol de sıkıştırırsa bekleneni vermiş olur.

-          Selçuk’un oyuna girdikten birkaç dakika sonra golü atmasına spor basını kısa metraj film çeker. Ama golden sonra Selçuk yoktu, başkaca aklımda kalan sadece frikik pozisyonu oldu.

-          Abdullah Avcı için çok şeyler söylendi ama ben kararına saygı duyulması gerektiğine inanıyorum. Kendisinden tecrübelilerden tavsiye alması ve saygıyla dinlemesi gerektiğini de bilmesi gerekir. Gerek Hollanda maçından sonra “Hollanda’da da x, y, z yoktu” demesi, Estonya maçı öncesi “tahta – tebeşir” söylemleri kendini koruma çabası içine girdiğini gösterir ki hiç gerek yok!

-          Son konu “milli forma”. Milli maçlarda kulüp forması görmekten sıkıldım. Bu iş bedava forma dağıtmakla olmaz. Çağırırsın 3 kulüp başkanını, “belli tarihlerde bana merkez mağazalarınızda 20m2 yer vereceksiniz ve milli forma satacaksınız dersiniz” olur biter. Farklı sponsorlar da bu işe “milli” açıdan bakıp ses çıkarmaz ise hep özendiğimiz güzel görüntüleri yaratabiliriz…

-          En son konu da milli tezahürat! Ya adam gibi bir yarışmayla beste yaptıralım ya da sus pus oturup çekirdek çitleyelim, “milli takım gol gol gol” neyin nesi!

10 Eylül 2012 Pazartesi

Yine mi Estonya!


Son yıllarda, daha doğrusu eleme gruplarında Estonya ile çok karşılaşmaya başladık gibime geliyor. Belki ben yanlış anımsıyorum ama sanki her maça "yeni milli takım" sloganı ile çıkıyoruz. Estonya tarihinin en iyi, en formda takımı desek abartmış olmayız. Fakat Estonya'nın bu hali bize Milli Takımımızdan birkaç kademe aşağıda...

Hollanda maçına değinmek istiyorum öncelikle... "Yerli teknik adam" diye diye medyamız ve kahvehanedeki teknik adamlarımız birbirimizi yiyoruz uzun yıllardır. Ama ne hikmetse yabancıya yapmadığımızı kendi evlatlarımıza yapıyoruz. Ersun Yanal teknik patron iken Hakan Şükür niye oynamıyor diye yedik bitirdik adamı. Şimdi de Selçuk İnan ismi ile benzer senaryo sergileniyor. Abdullah Avcı'yı savunmak veya Selçuk'u eleştirmek gibi bir niyetim yok. Aslında bende düşününce Selçuk yerine Emre tercihini hatalı buluyorum. Bir yandan da Avcı'nın daha dirençli ve mücadaleci bir orta saha istemesini anlıyorum. Nitekim milli takımda olması beklenmeyen üç isim Emre, Tunay ve Sercan çok mücadaleci ve pozitif futbol sergilediler. Gözlerimiz bu kadar kötü bir Hollanda müdafası varken Selçuk'un derin paslarını ve Burak'ın öldürücü koşularını aradı. Ama şu da bir gerçek ki bu ikili sahada yerlerini alan oyunculardan formalarını kapmış olsalardı, belki de orta sahada böyle iyi mücadele eden, altta kalmayan ve hatta Hollanda'dan daha iyi olan bir takım olmayabilirdik. Ben Avcı'yı bu derece eleştirmeyi yanlış buluyorum. Sonuçta bu milli takım, bir ulusun takımı. Sahada forma içinde genç çocuklar veya ayaklar değil, yürekler oynuyor. Yüreğini koyan herkese o forma çok yakışır. Şu olsaydı, bu çıksaydı konuşmaları mantıksız...

Yeri gelmişken maçtan sonra yapılan bazı yorumlar dikkatimi çekti. Birçok spor adamı ve yorumcusu maç ile ilgili konuşurken Hollanda defansının ağır olması düşünülerek "Selçuk'un defans arkasına derin pasları kullanılmalıydı" dediler. Ben Hollanda'da hiçbir zaman ağır defans gördüğümü hatırlamıyorum. Nitekim maç kadrolarına bakınca Heitinga-Martins Indi ikilisi hiçte ağır ve arkasına sarkılacak defans değiller. Indi'nin acemiliği ile bir kaç boşluk ve pozisyon bulduk. Defans kesinlikle ağır ve arkasına sarkması kolay değildi. Pozisyon hatalarının temeli bir bakıma da Umut'un çok hareketli oynayıp defansın dengesini bozmasıydı. Zaten pozisyonlarda genellikle Umut'un direk etkili olmaması bunun bir göstergesi olabilir...

Milli takımımız çok iyi bir görüntü segiledi ve müthiş mücadele etti. Kadroyu geniş kullanarak başarılı olacağımıza inanıyorum. Selçuk'ta Avcı istediği zaman oynayacak ama illa ki oynayacak. Ligin en iyisi dahi olsa bir orta saha olarak defansif özelliklerinin yetersiz olması ve mücadaleden kaçınması, Hollanda gibi tempolu bir takım karşısında dez avantaj olabilirdi. Bırakalım da Avcı işini yapsın bence. Olan veya olmayan isimlerle Avcı'yı yıpratmak anlamsız...

Estonya'ya gelince, çok basit bir ekip ve kolay bir rakip. Ama fizik futbolunu iyi oynuyorlar. Hadlerini bilerek mücadele ediyorlar. Sağlam defans ve etkili yüksek top kullanıyorlar. Son iki cümle onları tehlikeli bir rakip yapmaya yeter sanırım. Geçmişte olduğu gibi futbol garibanlarını sevindirmeyiz diye umuyorum. Olmadık maçlarda Estonlara puan kaptırdığımız hala hafızalarda. Büyük takımlara karşı aşırı heyecanlı, küçük takımlara karşı ise aşırı rahat oluyoruz. Bunu bir dengelemeyi başarsak, içeride veya dışarıda her maçı kazanmaya oynarız...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Avrupa Aşkına !!



Milli takımımız Avrupa Şampiyonasına katılma hakkı için son iki maç daha oynamak zorunda. En yakın takipçimiz Belçika'nın kalan iki maçtan galibiyetle ayrılamayacağını varsaydığımız için, Almanya maçını kaybetsek bile Azerbaycan'ı yenerek grupta ikinci olmak, en iyi ikincilik olmasa dahi baraj maçlarına kalmak üzerine yoğunlaştık. Teknik Direktör Hiddink'in yaptığı; Almanya'nın bizden daha iyi bir takım olduğunu fakat onları yenebilecek bir takım olduğumuz belirten açıklamalara sanırım tüm Türkiye katılıyordur. Almanya ile ülkeler arasındaki bağ bu maça ayrı bir heyecan katıyor şüphesiz. Millilerimizin bizden daha üst seviyedeki takımlara karşı konsantrasyonu daha iyi sağlayıp, daha iyi mücadele etmesi bu maçı kazanmamız adını bizi ümitlendiriyor. Zaten Türk Futbolunda ekol ne taktik, ne fizik, ne teknik ne de güç. Oyun planımız hırs ve tutku üstüne kurulu. Büyük maçlardaki iyi sonuçları ve küçük takımlara karşı alınan utançları ancak bu şekilde açıklayabiliriz. Hiddink içimizdeki bu potansiyeli kullanmayı öğrendiği zaman çok başarılı olacağına inanıyorum. Çünkü kendisi çok önemli bit Futbol Adamı ve gerçek bir Futbol Dahisi.


Sanırım bugün medya ve taraftarlar olarak bize düşen; Mesut Özil'in seçimini veya Hiddink'in geleceğini tartışmayı bırakıp, maça ve atmosfere konsantre olmak. O zaman takıma gerekli tutku'yu aşılarız. Ve gerçekçi olmak gerekirse Almaya'dan iyi olan tek yönümüz hırsımız ve tutkumuz; ki bu özellikler onlarda olmayan şeyler aslında. Her Türk gibi bende galibiyete inanıyorum ve Cuma günü sahada adeta savaşacak 11 yüreğe güveniyorum. Tek temennimiz Cuma günümüzün futbol bayramı olması. Artık sıra millilerimizin, hadi aslanlarımız. Türk milletine anlamlı bir galibiyet hediye edin...

10 Ekim 2010 Pazar

Kime yenildik?



Önce bir bakalım Almanya'nın genç takımları ile A takımı son katıldıkları turnuvalarda ne sonuç almışlar:

U17: 2009 Avrupa şampiyonu (son şampiyon),
U19: 2008 Avrupa şampiyonu (son şampiyon),
U21: 2009 Avrupa Şampiyonu (son şampiyon),
A takım: 2010 dünya üçüncüsü.

Bizden sadece teknik direktör listesini yayınlayacağım, fazla söze gerek kalmayacaktır:

U15 Teknik direktörümüz: Abdullah Ercan, antrenörümüz: Okan Buruk
U16 Teknik direktörümüz: Abdullah Ercan, antrenörümüz: Okan Buruk
U17 Teknik direktörümüz: Abdullah Ercan, antrenörümüz: Tahir Karapınar
U18 Teknik direktörümüz: Kemal Özdeş, antrenörümüz: Okan Buruk
U19 Teknik direktörümüz: Kemal Özdeş, antrenörümüz: Okan Buruk
U20 Teknik direktörümüz: Raşit Çetiner, antrenörümüz: Kemal Özdeş,
U21 Teknik direktörümüz: Raşit Çetiner, antrenörümüz: Kemal Özdeş,
A takım Teknik direktörümüz: €uus Hiddink, antrenörümüz: Oğuz Çetin.
Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Genel Direktörü: Ersun Yanal.

İyi uykular!...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye - Belçika: 3-2


Nihayet Belçika'yı kazasız geçip önümüzü daha rahat görebiliyoruz. Daha önceki elemelerde bize bela olan takıma (ki bugünkü kadrosu avrupada kapışılıyor) bugün zor da olsa yenmek bize iyi geldi. Takımımız hala oturmuş değil. Maçı 10 kişilik arkadaş grubumla mükemmel bir yerden izlemiş olmamın avantajıyla çok iyi gözlemleyebildim, bilet için teşekkürler hocam.

Büyük övgüyle izlediğimiz kalecimiz Onur özellikle 2. golde büyük hata yaptı. Maçın kazanılmış olması bu sorunu şimdilik ötelemiş durumda ama gözler Volkan'ı aramadı desem hata yapmış olurum. Sağda Sabri fena değildi ama 2.yarıda değişmesi yerindeydi çünkü oyuna katkısı çok azalmıştı. Eski bindirmeleri ve hırsı bugün pek yoktu. Her ne kadar milli takım maçlarında sürekli oynayıp Galatasaray'ın aradaki 5 resmi maçını kaçırmış olsa da (acaba Rijkaarda ne düşünüyor?) biraz daha zamana ihtiyacı var. Defansın ortasında oynayan Ömer ve Servet birbirlerine çok yabancı, haliyle oyuna da yabancılar. Bir de Servet'in oyun kurma çalışmalarından hızlıca vazgeçmesi gerekiyor. En az 5 topu 30 metre mesafeden rakibe ve taca attı! Bir futbolcu oyununu ancak bu kadar geliştiremez. Ömer garanticiydi ve soğukkanlılığı ile fazla sırıtmadı. Soldaki İsmail defansın en iyisiydi, yine bence şu an ülkenin en iyi sol beki. İbrahim Üzülmez'i kesememesi ise çok ilginç! Bu arada defansın bu kadar farklı takımda oynayan 5 oyuncusunun bir arada oynamaması da işleri bozdu, herhalde Hiddink daha fazla antrenmanla bu uyum sorununu çözebilir.

Orta alanın gösterişsiz ama faydalı oyuncusu Mehmet Aurelio idi. Son derece sakin ve yaşının ilerlemesi ile koşmadan oynadı diyebiliriz. Selçuk İnan'da garantici oyunu ile faydalı oldu ama takım mağlup duruma düşünce çıkması yerindeydi. Ortadaki Emre takımın liderliğine soyunmuş, hakemle oynaması en büyük zaafı. 2.yarı atılacağını düşünüyordum ama kendisini kontrol edebildi ve tek sarı kartla tamamladı. Sağda Hamit Almanya kültürüyle oyunu zenginleştirdi ve 1 gol atıp 1 de attırdı, tebrik ederim. Solda Arda oyun içinde kopuk kopuktu ama çok çok büyük yetenek! Ve takımın hücumdaki en büyük silahı. O'na uyum sağlayabilecek 1-2 oyuncu daha olsa her maçta resital sunacak. İlerde Tuncay yine çok yalnız kaldı. 2 maçta atılan 6 golde neredeyse hiç payı yok. Hiddink'in beklentisi tüm dikkatleri üzerine çekmesi ve golü başkalarının bulması ise sorun yok ama her zaman papaz pilav yemez. Milli Takım'da sürekliliği olan bir golcü şart ve bu isim Semih gibi gözüküyor. Oyuna Selçuk'un yerine girdiğinde olumlu işler yaptı ve golünü attı. Sabri'nin yerine giren Gökhan Gönül beklentiyi gerçekleştirdi ve oyunu hareketlendirdi. Hiddink tam Nihat'ı yanına çağırmıştı ki 3. golümüz geldi ve orta sahayı kalabalıklaştırmak adına Selçuk Şahin'i dahil etti. Selçuk oyunun sonunda öyle bir faul yaptı ki duran toplarda etkili Belçika az daha beraberliği yakalıyordu.

Rakip Belçika çok genç ve yetenekli bir kadro. Fakat neredeyse hepsi "aman milli takımda sakatlanmayalım" düşüncesindeydi. Çünkü hepsi çok gençe ve yetenekli, kulüp kariyerlerinin başlarında ve neredeyse hepsi Barcelona - Manchester United - Milan rüyaları görüyorlar. Defanstaki Van Buyten ise maçın yıldızıydı. Duran toplarda gelip 2 gol bulması ve oyunun son 10 dakikasında ileride en uçta oynaması enteresandı.

Hakem bazı kararlarıyla bizi çıldırttı. Sahi Şenes Erzik hala kurulunun başında mı? Bize kıyak geçmesin ama en azından adil hakem atanmasını sağlamalı.

Önümüzdeki Almanya maçlarında dananın kuyruğu kopacak. Biraz da "şansla" Almanya'yı gerimizde bırakabiliriz.

Son olarak seyirci gayet iyiydi. Neredeyse "milli takım seyircisi" kıvamındaydı. Maçın sonlarında evsahibi olmanın gazıyla Fenerbahçe lehine tezahürat yapmaları son derece iticiydi. Bakalım böyle günlerde kulüpçülüğü ne zaman bırakabileceğiz.

Sözümüzü yavaş yavaş kafamızda oluşmaya başlayan 8 M€ yıllık maaşlı! "bu Hiddink'te çok ballı" sözüyle bitirelim.