Finale kaldığımız belli olduğunda çalışmalara başlayıp biletlerimi
1 hafta önceden garantilemiştim, (ZB’a sonsuz teşekkürler), 2 gün kala da elime
geçti ve maç gününü beklemeye başladım.
Benim tosbiklerle beraber Kadıköy’den yola
çıktığımızda tüm yollar sarı-kırmızı renklere bürünmüştü bile, hele Marmaray
sanki kulübün resmi taşıma sponsoru gibiydi, bazı seferlerde meşale yakılmasaydı
daha eyiydi…
Salonun kapısına geldiğimizde dijital bilet okuyucuların
çalışmadığını gördük ve 10-15 dakika bekledik. Bu esnada “Spor Büro” yelekli
görevlilerimiz ~10 kişiyi içeriye alıverdi. Tek kapıdan bu kadar geçtiyse 12.500 kişilik salonun neden 15.000'i aştığını daha iyi anlarız! Bildiğiniz üzere pasolig henüz
futbol dışında uygulanmıyor ama uygulansa da bu kanal hiçbir zaman kapanmayacak
sanırım!
Salona girdiğimizde bir sıkıntı daha başgösterdi; rakip
takım beklenenden daha kalabalık geldiğinden ve polis ecnebilerin fazlalık kısmına
güzel yer verme telaşına kapıldığından bizim koltuklarımızı tesis etmiş! Neyse ki
polisin garantörlüğünde herhangi bir sorun yaşamadan Fransızlarla beraber
maçımızı izledik. Bu arada güvenliğin had safhada olduğunu söylemeliyim, bu
kadar çok sivil polisi pek görmemiştim!
Koreografi için koltuğumuzda bulduğumuz kırmızı kartonu (bozmadan)
borazan yaparak takımlar ısınmaya başladığında ses açma çalışmalarına
başlamıştık. Sonradan gördüğümde güzel bir çalışma olduğunu farkettim,
Ultraslan yine hakkını vermiş!
Hakemler ortaya geldiğinde protokol tribünü kenarından yükselen
tezahürat oldukça keyif vericiydi: Türkiye Laiktir, Laik Kalacak!
Maç başlarken ışıkların söndüğü an telefon flaşları
yakıldığında oluşan görüntü yine şahaneydi. Maça fırtına gibi giren takım
kupayı ne kadar istediğini gösteriyordu.
Oyun analizi yapmaya gerek yok, hemen
herkes hakkını verdi, videosunu bulursanız Errick McCollum’un ilk basketini izleyin derim, ne
kadar istediğini gösteriyor, kelepçe Göksenin Köksal'ın her 2 köşeden gönderdiği 2
üçlük şapka çıkarttırır, Stephane Lasme sezon genelinde olduğu gibi korkusuzca savundu
ve hücumda hep vardı, Blake Schilb verimli oynadığında kadrodaki en yetenekli oyuncu olduğunu
gösterdi, Vladimir Micov sayı üretme konusunda gününde olmasa da asistleri ile yükü sırtladı, Chuck Davis kazı-kazan’dan çıkan ikramiye gibi herkesi mutlu etti ve kaptan Sinan
Güler yüksek yüzdeli ama herşeyden önemlisi inanarak / inandırarak oynadı ve
kariyerine önemli bir çentik atmayı başardı.
Arada sponsorumuz Odeabank’a teşekkür etmeyi unutmayalım,
karşılıklı kazanmanın iyi bir örneğini yaşayıp yaşattılar.
Son paragraf Ergin Ataman için… 1996 yılında Efes Pilsen
Koraç Kupasını kazanırken Aydın Örs’ün yardımcısı olarak parkedeydi. 2002
yılında Montepaschi Siena ile Saporta Kupasını kazanıyordu. 2012 yılında Beşiktaş
ile EuroChallange Kupasını kaldırdı. 2016 yılında da Galatasaray Odeabank ile
Eurocup kazandığına göre ne eksik kaldı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder