Galatasaray transfere şampiyon kadroda yer alan Umut Bulut
ve Felipe Melo’nun bonservislerinin alınması ile başladı ve hemen ardından
Chedjou, Erman Kılıç ile Bruma transferleri geldi. Gönderilenler arasında
Elmander, Amrabat, Colin Kazım, Erman Kılıç, Furkan Özçal, Engin Baytar, Çağlar
Birinci, Dany, Yiğit Gökoğlan vb. önemli isimleri sayabiliriz. Lige iyi bir
başlangıç yaptığımızı düşünsek de evimizde aldığımız 6-1’lik Real Madrid
mağlubiyeti zaten 2 sezondur varolan Ünal Aysal – Fatih Terim gerginliğinin
zirveye çıkmasına sebep oldu. O dönemde milli takımın kötü gitmesi ve ciddi bir
arayışa girmeleri sebebiyle ve siyasi yönetimin toplumu “futbol” üzerinden
oyalama düşüncesi bir anda Yıldırım Demirören – Fatih Terim ikilisini imza masasına
oturttu. Bu süreçte Aysal’ın gönderme şekli, Terim’in yüzüne bile bakmaz
dediğimiz Demirören’le samimi görüntüleri herkesi rahatsız etti. Fakat bir
gerçek vardı ki o dönemde dillere pelesenk oldu: Aslolan Galatasaraydır!
Aslolan Galatasaray olsaydı ne Aysal Terim’i gönderirdi, ne
de Terim yarı zamanlı milli takım görüşmeleri yapıp sonunda kesin imza atardı.
Bir kez daha görüldü ki aslolan kibirdi, yoksa Galatasaray bu sezon güle oynaya
şampiyon olur, 4.yıldızı takar (ne önemi varsa), şampiyonlar ligine kendi hakkı
ile gider ve belki de rakibinde olası bir yönetim değişikliği yarası açardı.
30 Eylül 2013 tarihinde göreve Roberto Mancini başladı.
Taffarel yerini korurken Hasan Şaş ve Ümit Davala’nın yerine Tugay Kerimoğlu,
Attilio Lombardo, Fausto Salsano ve Ivan Carminati yeni antrenörlerimiz
oldular. Bu esnada yerel lig ve Avrupa devam ederken Mancini hem ülkeyi, hem
insanımızı, hem oynanan futbolu hem de kulübü ve profesyonellerini tanımaya
çalışıyordu. Ve en ciddi rakibimiz gerek şampiyonluğu çok istemeleri gerekse
hakemlerin kendilerini 11’e 11 oynatma ısrarı ve uzatmalarda süre sınırı
olmaksızın mucizevi son dakika golleri ile puan farkını açmaya başladılar.
Devre arasına 8 puan geride girdiğimizde Mancini “üstüme gelmeyin, bu takımı
ben kurmadım” dedi. Aysal’ın yaklaşımı ise olması gerektiği gibiydi; “ne
istersen yapabilirsin”. Bu vesileyle benim son yıllarda gördüğüm en büyük devre
arası transfer harekatı başladı; Alex Telles, İzet Hayroviç, Salih Dursun,
Koray Günter, Lucas Ontivero, Oğuzhan Kayar, Veysel Sarı, Umut Gündoğan,
Guillermo Burdisso bir anda futbolcumuz oluverdiler, Albert Riera ise gidenler
kervanına katılıverdi.
Doğal olarak bu kadar fazla futbolcunun gelmesi karmaşaya
yol açtı. Ben bile idmandaki resimlere bakarken birçok kez tanıyamadığım
yüzlere rastladım. Gelenlerin içinde Salih Dursun, İzet Hayroviç ve Umut
Gündoğan hemen şans buldular ama kullanamadılar, Alex Telles ise bence harika
maçlar çıkardı ve devre arası transferinin yıldızı oldu. Sonradan şans bulmaya
başlayan Veysel Sarı önümüzdeki sezona umutla göz kırptı. Koray, Ontivero,
Oğuzhan, Burdisso (kiralık) sanırım ilk kamptan sonra ayrılmaya başlarlar.
23.hafta çıktığımız Rize deplasmanı dönüm maçımızdı ve son
dakikalarda yediğimiz penaltı golü şampiyonluğu bırakmamıza sebep oldu. Üst
üste gelen başarısız sonuçlar büyük bir krize yol açacakken ligi 2.sırada bitirip
13.kez şampiyonlar ligi biletini direk almamız ve kazanılan Türkiye Kupası
Aysal – Mancini ortaklığının sürmesine sebep olacaktır.
Sonuç olarak bence kayıp bir sezon geçirmedik. Yaşanan onca
olaylardan ciddi bir tecrübe edindik. Ülkenin efsane hocası takımdan ayrılınca ve
sezon öncesi Ali Dürüst – Abdürrahim Albayrak devre dışı bırakılınca dahi
geldiğimiz noktanın çok kötü olmadığı ortaya çıktı. Her şeyin başı para;
şampiyonlar ligine gidildiği ve Drogba – Sneijder vb. dünya çapında oyuncular
geldiği sürede yani Deloitte sıralamasında ilk 20’de yer almaya devam edersek
takıma ilgi hiçbir zaman düşmez. Selçuk İnan ve Felipe Melo’nun performansları
biraz daha maç skoruna yönelik olabilseydi bu aralar 20.şampiyonluğu
kutluyorduk. Önümüzdeki sezonu başka bir yazıda değerlendiririz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder